29 Mart 2024

GÜLEN CEMAATİNİN YARGIDA İLERLEMESİ

  • PDF
Aslında cemaat ve AKP’nin koalisyonunun tam bir birliktelik haline gelmesi 2008 yılında olmuştur. 14. Mart 2008 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı AKP’nin “ laikliğe karşı fiilerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle kapatılması için iddianame hazırlayarak Anayasa mahkemesine sunmuştu. Mahkeme ise o tarihte yoğun olarak hissedilen cemaat baskısı ile 6’ya karşı 5 oyla AKP’nin kapatılmamasına kararı vermişti. Bu davanın reddedilmesinin hemen ardından AKP cemaate karşı borçlanmıştır. Bu borcunu ise ona devletin kapısını daha fazla açarak ödemiştir.
Türkiye 12 Haziran 2007 tarihinde bir ihbar üzerine Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombası ile başka bir tarihi yargı sürecine girdi. Adına Ergenekon ve Balyoz adı verilen soruşturmalar ile yargı temelden ülkenin gündemine oturdu.
Soruşturma da pek çok isim gözaltına alınyor, derin devletin, devletin içindeki vesayet organlarının tasfiye edildiği söyleniyordu. Ancak 07 Ocak 2009 tarihinde Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun gözaltına alınarak evinde arama yapılması bu soruşturmalar konusunda zaten yoğun olan şüpheyi iyice artırmıştı. Bu haberleri Hakimler ve savcılar Yüksek Kurulu(HSYK) da izliyordu. Kurul, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısını arayarak Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu’nun evinde yapılan aramanın nedenini sordu. Çünkü Kurul’un seçilmiş üyelerinde büyük bir şaşkınlık ve merak vardı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının telefonda konuşmayıp HSYK’ya gelmesi ile durum anlaşıldı. Ergenekon soruşturmasında yanlış giden bir şeyler vardı. Tüm teamüllere aykırı işler oluyor örneğin, İstanbul  Başsavcısının haberi dahi olmadan operasyonlar yapılıyor, yasaya aykırı arama kararları gerçekleştiriliyordu. Sonrasında iş o kadar çığırından çıkacaktı ki, İstanbul Başsavcısının şahsi telefonununun bile emrindeki cumhuriyet savcıları tarafından dinlendiği anlaşılacaktı.
Bu olaylar üzerine HSYK,kamuoyunun gündemine oturan Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarındaki hukuka aykırılıklarının giderilmesi amacıyla çalışma yapmak istedi. Ama her seferinde Adalet Bakanlığı’nın engelleri ile karlaştı. HSYK’nın seçilmiş üyeleri ile Adalet Bakanı ve müsteşarı arasındaki bir buçuk yıl sürecek mücadele aslında HSYK’da neden Adalet Bakanı ve müsteşarının bulunmaması gerektiğini anlatan güzel bir örnektir.
HSYK 2009 tarihinin başından itibaren kendi Kurulu’nun seçilmiş üyeleri ile Adalet Bakanı ve müsteşarı arasındaki kavga boyutuna varacak tartışmalara sahne olmuştur. Çünkü Bakanlık siyasi olarak bu soruşturmalara müdahale etmiş cemaat ile birlikte bu soruşturmaların gerçek yüzünün anlaşılmasına engel olmuştur. HSYK’nın atamalar yoluyla bu soruşturmalarda hakkında yoğun şikayet bulunan,artık adaletsizliklerin ayyuka çıktığı yerlerde buna sebebiyet veren yargıç ve savcılara müdahale edememesi bu soruşturma ve kovuşturmalarla Türk Silahlı Kuvvetlerinin tasfiye edilmesine yol açmıştır.AKP bu duruma  o tarihte yine “ vesayet yargısından bahsediyordu”. Kurulun  seçilmiş üyelerini zan altında bırakıyordu. Artık Türk yargısı savunma konumundaydı. Kendilerinden başka hiçbir güçleri olmayan seçilmiş üye yargıçlar tehdit altındaydı. Bakanlık sadece kendi hazırladığı listenin atama kararnamesi  olarak çıkmasını istiyordu.HSYK’nın seçilmiş üyelerinin  bu kararnamelere müdahale etmesini istemiyordu. Çıkan çatışma tam da bu noktada şiddetleniyordu. Bakanlık “ ünvanlılar” olarak bilinen mahkeme başkanları,başsavcılar,başsavcı vekilleri ve özel yetkili yargıç ve savcıların atama kararnamesinde HSYK’nın makul sebeplerle değişiklik yapmasını, özellikle de Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarındaki hukuksuzlukların ortadan kaldırılmasını istemiyordu. Bunların birer cemaat operasyonu olduğu açıktı. Cemaat yargıç ve savcılarının yanına takviye olarak bile yargıç ve savcı ataması yaptırmıyordu. Kalın sağlıcakla!
 
trafik cezası öde kredi kartı ile fatura öde online fatura ödeme fatura öde